Dünya koronavirüsle 7/24 mücadele ederken, İsveç'in koronavirüsle haftasonu anlaşması var galiba...

Tüm dünyanın olumsuz etkilendiği ve 7/24 mücadele ettiği koronavirüs salgınında İsveç haftasonu tatillerine devam ediyor. Geceleri eğlence merkezleri tavsiyelere uymuyor. Gençler gece kulüplerinin kapılarında kuyruk oluşturuyor. Polis sosyal mesafe diye uyarıyor. Tamam iki metre mesafe içeri girene kadar. Sonra ne olacak? Bu gençler alkol içip çok affedersiniz kucak kucağa dans edecek, sırt sırta binercesine eğlenirken ter dökecek.

Pardon unutmuşum... İsveç'te haftasonu virüs izinli...

Bunu neden mi söyledim?

Dünya hayatı eve sığdırırken, İsveç'te hayat hiç bir yere sığmıyor, ki morglarda bile yer kalmamış durumda...

Haftasonu hiçbir bölgeden veri akışı yok. Yaşlı bakım evleri koronavirüs salgınına rağmen virüs öncesi gibi rutin bir şekilde çalışmalar sürdürüyor.

Yerel yönetimlerde de maalesef durum aynı. Haftasonu herkes rutin izinlerini kullanmaya devam ediyor.

10 milyonluk küçük bir ülkede vaka sayısı 14 bini, can kaybı bin 500'ü aşmış durumda ki bunlar asla doğru rakamlar değil. Bu tablo karşısında çoğumuz hayretler içindeyken, İsveç'teki sağlık otoritesi tabiri caizse gel keyfim gel havasında... 

Hafta içi kameralar karşısına geçip, muzip bir gülümsemeyle şu kadar kişi öldü, bu kadar kişi enfekte oldu diyerek sunumlarla gösteri yapan bir sağlık yönetimine ağız dolusu yutkunduğum sözler var.

Hafta sonları basın toplantıları, bilgilendirmeler, veri akışı tamamen duran bir ülke. Cumartesi, Pazar günleri okuduğunuz ne varsa hafta içinden kalma şeyler.

Oldu olacak doktorlar, hemşireler ve güvenlik birimleri de hastane kapılarını kapatıp evlerine gitsinler. Hiç olmazsa canlarını ortaya koyan o insanlar bizimde canımız var deme hakları bulunuyor.

Güne başlayıp, gün sonuna kadar takip ettiğim İsveç: Sağlık sistemi bir yana, insani, vicdani olarakta sınıfta kalmıştır. Zaten insanın içini en çok acıtan şey de budur.

Tamam ne yaparsanız yapın kısmi bir kayıp olacak, canlar sıkılacak, insanlar üzülecek ama bu kadar da olmaz! Vallahi olmaz!

Yüzlerce yıldır savaş görmemiş, yaşanan bütün savaşları ekonomik fırsata dünüştürmüş, savaşan taraflara silah satarak para kazanmış, teröre harcaman yok, sınırlarında kriz yok. Bulunduğun coğrafya itibarıyla refah düzeyi dünya standartlarının zirvesine çıkmış, yüz yıllardır vaktin varken, küresel bir salgın, olası bir savaş durumu için hiç bir öngörün olmamış ve tedbir almamışsın. Böyle bir günde hayat kurtarmayacaksan paran olsa ne yazar?

Yaşlı nüfusu kendine ekonomik yük olarak bilen bir anlayışla, salgında korumakla yükümlü olduğunu ısrarla dile getirip ama tüm yaşlı bakım evlerine virüsün yayılmasına göz yumarak sonra da biz yaşlı bakım evleri konusunda yavaş kaldık diyerek insanların ölümünü "üzgünüz" ifadeleriyle geçiştirmek...

Yaşlıları korumalıyız diyerek öldürmek! Bu durum aklıma "Minareyi çalan kılıfını da bulur" muhabbetini getiriyor. 

Ülkede yaşayan 2 milyon göçmenin koronavirüs öncesi İsveç gerçeğiyle, koronavirüsle birlikte ülkeye olan bakış açısı kesinlikle büyük oranda değişti. Salgına en çok maruz kalan göçmen kesimi her zaman olduğu gibi yine ağır bedel ödüyor.

Hizmet ve alt sektörlerinde çalışarak hayata tutunan göçmenler bu süreçte en çok virüse maruz kalan kesim oldu. Bu tüm dünya genelinde böyle ancak İsveç'in virüsle mücadele tavrı bu faturayı daha da ağırlaştırmıştır.

Herkes bir gün enfekte olacak

Son zamanlarda bu söz çok fazla dile dolanır oldu. Tamam herkes bir gün bu virüsle öyle ya da böyle enfekte olup bir şekilde bağışıklık kazanacak ama bırakalım da ölen ölsün kalan sağlar bizimdir diyemezsiniz. İnsani değer kavramı ve sosyal yapı üzerine kurulmuş bir devlet buna hiç müsaade etmemeli. Yoksa tüm bu kavramlar formalite de biz mi bu süreçle yeni öğreniyoruz?

Olof Palme'nin sosyal refah hayali günümüz Sosyal Demokratları tarafından 1992 yılında başlayan denetimsiz özelliştirmelerle ülkeyi bu duruma getirmiştir. Sistem sosyal demokrat ama uygulama kapitalist hakimiyet...

Birikmiş çok fazla şey var.

Şair demiş ya:

"bu mektup sana değil
konuşma yaşına gelen eşyalara
demiri dövenin elinden canıma geçen ağrı büyüyor
sabahları beni dışarı çıkaran acı ağacı
geceleri beni eve gönderen zaman
yapmaman gereken şeyler
kalbimde sürtünüp büyüyen delik
zaman hızlı ama vakit geçmiyor
öyle ki bazen yukarıdan attığım öfkeyi 
aşağıdan toplayabilecek kadar 
hızlı çarpan bir kalbim var
okudum
öfke yavaş yavaş düşüyormuş aşağıya"

Yavaş yavaş aşağı düşen öfke, aynı şekilde de yukarı çıkar, bu gerginliğin sonucunda şairinde dediği gibi, "dünyanın kaç harikası var biri de yutkunmak" artık yurtkunamayanlar aşkına, yutkunabilenlere bağışlanmalıdır hayat...

Sağlıkla kalın.