İsveç Başbakanı Stefan Löfven, pazar günü yapılacak seçimlerden sonra partisi kazansa da istifa etmeyi düşünüyormuş.

Tabii, böyle bir olay gerçekleşirse, Türkiye'de büyük ses getirir ve yine Türkiye'deki siyasetçilere önceden de olduğu gibi bu istifa örnek olarak gösterilir.

Aslında bu karşılaştırma doğru değil.

Çünkü İsveç'teki şartlarla Türkiye'deki siyasi şartlar bir değil. Yada Türkiye'deki insanların hayata bakışı, yaşam şekli ile İsveçlilerin hayata bakışı aynı değil.

İsveçliler için siyasetle uğraşmak, kendi hayatından geçmek ve büyük fedakarlıklar göstermekle eş değerdir.

Zira, İsveçliler, anaokulu eğitiminden itibaren, kendilerine vakit ayırmak, tatile çıkmak ve sessiz sakin bir hayatı yaşaması öğretilir.

Başka bir değişle bir İsveçli, yılda 4-5 kere yurtdışına tatile çıkması gerekir. Cumartesi- Pazar, kendisine ve ailesine ayırarak rahat bir tatil yapması gerekir. Kışın dağlık tatil köylerine giderek kayak yapması gerekir. Noel Bayramı'nı, Paskalya Bayramı'nı hiç rahatsız edilmeden doya doya tadını çıkarması gerekir.

Hatta bu durumu anlamanız için şöyle bir örnek vereyim. Bir İsveçliye ''elinde imkan var, çok daha para kazanmak, ev ve gayrimenkul almak istemez misin?'' Diye sormuştum.

'' İstemem, çünkü ben bu kadar para ve malla uğraşamam. Bu benim özgürlüğümü kısıtlar ve kendim ve ailem için ayıracağım zamanı mala, mülke ayıramam. Yok kalsın'' cevabını vermişti.

Bir başka örnek ise geçen dönemde İsveç Başbakanı Reinfeld'in eşi, ''Ben böyle hayat yaşayamam. Kocam bize fazla vakit ayıramıyor. Özel hayatımız neredeyse hiç yok'' diyerek eşinden boşanmıştı.

Mesela her dönem mecliste milletvekilliği yapan İsveçlilerden 30- 40 milletvekili işlerin yoğunluğundan dolayı kendine vakit ayıramadığından milletvekilliğinden istifa edip, ABD ve ya başka ülkeye yerleşti. Kendilerini doğaya veya başka işlere adayarak sakin bir hayatı seçti.

Yerel siyasette ise durum daha sıkıcı. Bir çok il ve ilçe belediyesi, encümen azalığı için aday olacak siyasetçi bulamıyor. Yani anlayacağınız İsveçliler, kendi özel hayatlarını esir alan siyasetten şeytandan kaçar gibi kaçıyor.

Eğer İsveç'te bir seçim kaybeden lider istifa etmişse, ''işte siyasetçi böyle olur, adam dün geldi, bir seçim kaybetti hemen istifa etti'' diye düşünmeyin. Zira, o büyük ihtimalle özel hayatı bloke edildiği için sıkılmış ve seçim kaybını da ganimet olarak görerek istifa etmiştir.

Bizim ise yaşam şeklimiz farklı. Kendimize vakit ayırmak, tatile çıkmak, insanlardan uzaklaşmak ,doğayla başbaşa kalmak bizim için pek önemli değildir fazlada zevk vermez.

Zira, biz görünmeyi, ön planda olmayı ve siyasete yön vermeyi çok severiz. Uyku harici diğer vaktimiz siyaset yapmakla geçse, bundan aşırı derece de zevk alır ve ruhumuz dinçleşir.

Bu durum yakınlarımız ve çevremizin  yanısıra kısacası toplumun büyük kısmı tarafından da destek görür.

Çünkü bize de küçüklükten öğretilen yada çevremizden öğrendiğimiz, hayattan zevk alama şeklimiz budur. Alkışlar, pohpohlar, adeta ruhumuzu gençleştirir.

Bu yüzden her iki farklı yaşam şekillerini ve şartlarını karşılaştırmadan sosyolojik bir analiz yapmadan Türkiye'deki siyasetçilerle, İsveç'teki siyasetçileri karşılaştırıp istifa etmesini istemek tam anlamıyla doğru bir yaklaşım olmaz.

Bu durumu İsveç'te yaşayan Türk ve Ortadoğu'lu toplumunda da görebilirsiniz.

Sözkounusu ülkelerden gelen dernek başkanları veya bir kuruluşun başkanı, başarılı olsun- olmasın hiç bir zaman istifayı düşünmez. Arkadan gelenlere de yer açmaz. eğer bir skandal patlak vermezse,20-30 sene aynı başkanı o kuruluşun başında görebilirsiniz.

Hatta, başkan olduğu yetemez gibi, bir çok yere de başkan olmak yada temsilci olmak için uğraş verir.