Hayda! Bu da nerden çıktı. Yazıya başlayıp başlamama konusunda uzun zaman düşündüm. Yaz, yazma arasında çokça gidip geldim.

Dikkatle okuyup, özenle parçaları bir araya getirmeniz dileğiyle...

Şöyle bir düşünün, kahramansız, katilsiz ve kusursuz cinayetlerin olmadığı bir savaş gördünüz mü?

Ya da ikinci dünya savaşından bu yana 700 binden fazla insanın öldüğü bir savaş gördünüz mü? 700 bin sadece açıklanan rakam olduğunu da unutmayalım. Gerçek rakamlar açıklanan rakamların on katı olduğuna adım kadar eminim. İspat edilemeyen isnattır. Bu yüzden isnat ediyorum. Hani derlerya eminim ama ispat edemem diye işte öyle bir türden.

Her savaşta olduğu gibi bu savaşında birçok yönü bulunuyor. Dünya büyükleri, devletler artık gözle görülür düşman olmaktan ve görülmekten bıktı. Nefret ve kinin hedefi olmak kazanımları azalttı bu yüzden yeni yüz yılda görünmez bir düşman, kusursuz infazların faili meçhul cinayetlerinin sahnelendiği bir süreçten geçiyoruz.

İnsanlık ve Covid-19 karşı karşıya. Pardon... Mahlukat-ı beşer, kendisiyle karşı karşıya... Tıpkı örümceğin yediği avının artıklarıyla ağını örmesi gibi... Kim kazanacak?

Hadi canım daha neler... Covid-19 kendi kendine durup dururken çıkan bir salgın ve milyonlarca insanı öldürmek için saldırıyor. Ne güzel hikaye, ne kusursuz plan!

Biraz duruma bakalım mı?

Koronavirüs salgını başladığından bu yana vaka sayıları her geçen gün artarak devam ederken, can kayıpları da aynı düzeyde devam ediyor.

Gribal enfeksiyon döneminin geride kaldığı kıtalarda kısıtlamalar kalkmaya, ekonomi sebebiyle insanlar salgınla yeniden başbaşa bırakıldı ve vakaların yeniden artmasına da ikinci dalga korkusu diye yeniden insanlar ürkütülmeye başlandı.

Salgının başlagıcında dünyanın büyük bir bölümü ciddi bir şok yaşarken, o şaşkınlıkla orantılı olarak sıkı tedbirler alındı. Elbette bu şoku insanlar yaşadı, projenin mimarları sadece şok olmuş gibi davrandı. Zaman içinde virüsün gen yapısı, şekli ve etkisi açıklanmaya başlandıkça bu konuda önemli araştırmalar yapan ve laboratuvar ortamından çıktığını raporlarına taşıyan önemli araştırmacılar yine bu virüse yakalanarak hayatlarını kaybetti. Ne tuhaf, virüsü çözen virüsten ölüyor.

Epidemiyologlar, enfeksiyon hastalıkları uzmanları ve ülkeler nezdinde kurulan sağlık ordularının bir yandan mücadelesi devam ederken, öte yandan içeriye tıkalı kalmak istemeyen insanlara istisna bazı devletler dışında hepsinde, özgür hareket etme talebi de cezalandırıldı.

Uzun zamandır pandemi hakkında bir şey yazmadım. İzleyip görüleni değil, gösterilmemeye çalışanı görmek gerektiğine inandım.

Muhtemelen çoğu insana göre yeterince görememişimdir. Zira gerek medya, gerekse bu işin araştırma ve tedavi tarafında işi bilenleri, durumu patronlarının ekonomik çıkarları nedeniyle manipüle ediyor.

Doğru ile yanlışın, sağlık ile sağlıksızlığın karışık servis edildiği bu süreçte insanlar neye inanacaklarını da şaşırıyor.

Şöyle yapalım mı?

Son 45 günlük zaman dilimine bir göz atalım.
 
Gözümüz aydın! 

Dünya genelinde 45 günde tespit edilen vaka sayısı ikiye katlandı.

Şuana kadar tespit edilen toplam vaka sayısı 20 milyon 92 bin 855 olarak kayıtlara geçti ve muhtemelen bu yazıyı yayınlayana kadar bu rakam bir kaç yüz ya da bin daha da artacak. Ancak bunlar buzdağının görülen tarafı, gerçek rakamların küçük bir kısmı sadece....

Şuana kadar hayatını kaybeden kişi sayısı ise 736 bin 254 oldu ve bu can kayıpları burada sınırlı kalmayacak, üstelik bunlar açıklanan rakamlar. Ya açıklanamayan rakamlar ne olacak?

Küresel ölçekteki duruma bakınca ve bazı ülkelerde bir önceki yıla göre hayatını kaybeden kişi sayısını karşılaştırınca virüs nedeniyle hayatını kaybeden kişi sayısının resmi rakamlarla sınırlı olmadığını ve açıklanamayacağı gerçeği karşımıza çıkıyor.

Ölüm raporlarına Covid-19 yazılanlar bir deney amacıyla öldürülüyor olabilirler mi?

Bu soruyu gerçekten soruyorum kendime ve beni bunu sormaya iten şey, ölüm raporuna covid-19 yazılan kişilerin cenazelerinin hiç bir şekilde gösterilmemesi. Bu düşüncem şimdilik burada kalsın. Zaman bu karanlığı da aydınlatacaktır.

Her gün bizlerde dahil olmak üzere, çok normalmiş gibi vaka ve can kayıplarını insanların gözüne gözüne sokuyoruz.

Elbette bunun bir haber değeri olması ve hala tehlikenin geçmediğini, kısa sürede geçemeyeceği ve de herkesin tedbirli olması için tüm bunlar yapılıyor. Ancak hepimizin gözden kaçırdığı bir gerçek var.

Şunu çok iyi hatırlıyorum. Pandeminin ilk başladığında İsveç'te bir günde 50 vaka, 5 can kaybı diye başlık attığımızda okuyucu kitlemizin neredeyse tamamı büyük bir korku ve endişe içinde üzülerek okuyordu haberi, bugün gelinen noktada vaka ve can kayıpları o günlerin on katı dahi olsa eskisi kadar ilgi görmüyor.

Alışmak, alışmak, alışmak ve elbette kabullenmek...

Hayat insana alışmayı öğretir diye bir anlayış oldu olası vardır. Ancak bu durumun aslında "öğretilmiş çaresizlik" olduğu düşüncesi bana daha gerçekçi geliyor. 

Evet, insan sürekli muhatap olduğu şeyi zamanla normal görmeye başlıyor ve alışıyor. Hatta belli bir süre sonra bunun kim ya da kimler tarafından yapıldığını sorgulama yetisi ya da olana bitene tepki verme duygusu da azalıyor.

Çoğumuz bunun Çin'den dünyaya yayıldığına inanmış ve böyle kabul ederek, aksini iddia eden de olmadığı için şimdi burada başka şeyler söylersem köyün delisi ilan edileceğimden şüphem yok.

O yüzden biraz daha süreci izleyip özellikle ikinci dalga diyerek, toplumla dalga geçenlerin yeni gribal dönem başladığında neler söyleyeceklerini ve insanları bu sefer hangi korku silahı ile ev hapsine tıkacakları ya da kurtulmak istedikleri yüklere nasıl bir bahane üreteceklerini merak ediyorum.

Son zamanlarda Dünya Sağlık Örgütü de dahil, Avrupa'daki bazı siyasetçilerin ağzında ikinci dalga diye bir laf dolaşıyor ve haberlerin manşetlerinde de sıkça maruz kaldığımız bir durum.

Peki ikinci dalga var mı? İkinci dalga nedir?

Araştırmalara ve tarihteki diğer salgın hastalıklarına bakınca, bir pandeminin ikinci dalgası için, salgının doğal bir şekilde etkisini kaybederek, bir süre sonra yeniden ortaya çıkması anlamına gelir. Peki covid-19 pandemisinde şuana kadar böyle bir şeyin yaşandığını hatırlayan var mı?

İsveç'te dahil hiç bir ülkede salgın serbest bırakılmadı ve tam anlamıyla sürü bağışıklığı izlenmedi. Bugün ülkelerin pandemiye karşı genel davranışına baktığımızda; İsveç dünyanın tersine hareket ediyor gibi gözüküyor. Ancak aslında durum o kadar da kontrülsüz değil. Muhabirlerin denklanşöre bastığı kalabalık mekanların resimleri sıkça servis edilse de bir ülke, bir mekandan ibaret değil. İsveç halkı genel olarak pandemi sürecini kapanmak yerine, hareket halinde geçiriyor. Mücadelesini de bunun üzerine inşa etti.

Yapısal olarak, ekonomi üzerine kurulu olan, sosyal ve külterel bakımdan kendi içinde teması az olan (Göçmenler hariç) bir ülke. Toplum olarak geleneksel bir spor yapma alışkanlığı ve güçlü bağışıklığı olan İsveç toplumunun, örneğin Türkiye ya da benzeri başka bir ülke gibi yol izlemesi beklenemezdi.

Bu söylediklerim başından beri eleştirdiğim ve hala yöntemini önemli ölçüde yanlış bulan biri olarak söylüyorum. İsveç'te beni endişelendiren, hatta çoğunlukla kızdıran şey, ülke ekonomisine yük olarak gördüğü yaşlıları virüsle başbaşa bırakmaları, ölümlerini izlemesi ve hizmet alanında çalışan göçmenleri faşizan bir duyguyla hayatlarını riske atmasıdır. Bugünde bu tavır devam ediyor. Bazı arkadaşlarımla zaman zaman sohbet etme imkanı ve durumu dile getirme fırsatımız oluyor. Tabiki laf aramızda kalıyor...!

Aslında bu yazıda konu İsveç değil ama insan doğası gereği, doğduğu ve yaşadığı yerlerle daha ilgili oluyor. Mesele bundan ibaret.

Geçen gün yazdığım bir haberin altında bir yorum görmüştüm hala da duruyor. Okuyucularımızdan biri yaklaşık 6 bin insanın ölümünde dolaylı katkısı olan Anders Tegnell ile ilgili İsveç stratejisinin mimarı demem sebebiyle, böyle gazetecilik olmaz, çark ettiniz gibi kelimeler sarf ederek yorumda bulunmuş. Okudum, gülümsedim ve işimiz zor dedim. Bazı insanlar eksikleri eleştirdiğinizde sizi farklı, bazı insanlarda doğruları söylediğinizde sizi farklı algılarlar. Bu hayat boyunca böyle olmuştur. 

Örneğin: Fanatik bir futbol taraftarı, ezeli rakibinin iyi oyununu hiç görmez, başarıyı da başarısızlığı da kendi takımında olmasına rağmen, başırısızlık söz konusu olduğunda suçu hakemde ya da belirli sebeplere dayandırarak başkalarında bulur. Yani koşulları ve gelişmeleri objektif bakış açısından uzak, duygusal boyuttan ele alır. Üstelik İsveç'te karar verici Tegnell değil, fikir verendir.

İsveç'te izlenen yol sosyo-kültürel açıdan çok az ülkede izlenebilir. Binlerce yaşlının öldürülmesini saymazsak, mükemmel diyebiliriz. Belki derslere de konu olur ileride... Bir ülke kendine ekonomik yük olarak gördüğü yaşlılardan nasıl kurtulur sorusunun sınavdaki cevabıdır İsveç'teki yaşlı bakım evleri cinayetleri...

Çok mu sert oldu? (Cinayetler)

Ben olanlara cinayet olarak bakıyorum ama bir İsveçli daha farklı bakabiliyor.

Örneğin: 87 yaşındaki annesini pandemi nedeniyle bakım evinde kaybeden bir İsveçli, annem öldüğü için çok mutluyum dediğini hatırlıyorum. Onun yetişme tarzıyla kurtuldu ama bana göre anne kaç yaşında olursa olsun kaybı en büyük acıdır. Bu örneği toplumların ne kadar farklı olduğunu tarif etmek için yazdım.

Konuyu dağıtmayayım...

Kusursuz cinayetler ve kahraman katiller!

Dünya genelinde istisna tutulabilecek tek bir ülke yok. Bu süreçte özellikle küresel güçlerin ortak mütabakat sağladığı ve altına imzalarını attığı bir pandemidir bu süreç. Çok az insanın çözebileceği ama ispata fırsat bulamadan virüse kurban gittiği ve gideceği bir süreç. Oyuncular çok güçlü, yönetmenler pandeminin varlığını devam ettirmek için yatırım yapmaktan çekinmediler. Şimdi de bu yatırımlarına devam ediyorlar.

İşsizlik, ekonomik kayıp diyenler olacaktır. Baronlar kana susamış öldüğünüzü umursamayanlar aç kalmanızı, fakirleşmenizi mi umursayacak?

Aklınızda bulunsun: Mevcut bir binanın yeniden inşası için mutlaka yıkılması gerekir. Ve dünyayı yeniden şekillendirmek için tamda bu gerekiyordu. Yüz yıllık plan dahilinde gelecek yüz yılın inşası bu ve dünya artık işe yaramaz, ekonomik katkı sağlama gücünü kaybetmiş, sosyal sigorta kapsamında hastalıklı insanlara bakım evi değil. 

  • Yaşlıysanız ölün! 
  • Hastaysanız ölün! 
  • İşsizseniz ölün! 

Bu yüzden kurunun yanında kısmen yaşta yansa bu sürecin asıl hedefinde olanlar bellidir.

Kısa bir zaman sonra ya da bir kaç yıllık süreçte halklar, devlet yönetimine karşı ayaklanacak, yeni bir savaşın fitili ateşlenecek ya da bunun olmaması için, Covid-19 bir anda hayatımızdan uçup gidecek. Bakalım, görelim...

Ben bu sürecin mükemmele yakın seri cinayetler programı olduğuna inananlardanım. Bunu çıkaranlar bugünün kahramanları ama yarınlarda ne olacakları hakkında koşullar ve toplumsal yaklaşım nedeniyle henüz kestiremediğim bir şey...

Yaşadığınız devlete yük olmayın, bedeli Covid-19'dur. Yani örtülü öldürülmektir.

Sağlıkla kalın...