İsveç eski Başbakanlarından Carl Bildt, Ortadoğu'daki istikrarsızlığın 20. yüzyılın başında Osmanlı'nın çözülmesinin bir sonucu olduğunu söyledi.

Bildt, Project Syndicate'te yayımlanan makalesinde Osmanlı'nın Basra Körfezi’nden Bosna’ya kadar uzanan coğrafyaya hakim olduğunu ve bu coğrafyada sultanın nihai otoritesinde iç içe geçmiş kültürler, gelenekler ve diller zengin bir mozaik oluşturduğunu belirtti. Osmanlı'nın yüzlerce yıl bölgede huzuru sağlayabildiğini kaydeden Bildt, imparatorluğun parçalanmaya başlamasıyla bölgede şiddet sarmalı başladığını ifade etti.

Bildt yazısında şu ifadeleri kullanıyor:

"O zamandan beri devrimler ve art arta gelen savaşlar tek bir hakikati ortaya koyuyor. O da Osmanlı mozaiğinin bölgede net ayrımların olduğu etnik, dini ve ulusal yapılar içinde homojenlik oluşturabilecek yapı olduğu gerçeğidir. Ve imparatorluğun parçalandığı Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan düzenin son derece keyfi olduğu net bir şekilde anlaşılıyor. Ama bu düzeni değiştirmek de daha fazla kan dökülmesine sebep olacaktır."

İşte o yazının tamamı:

Ortadoğu'da birçok çatışmanın kökeni ve bölgede istikrarlı bir düzenin kurulamaması 20. Yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğunun çözülmesinden kaynaklanmaktadır. Bugün uluslararası toplum bölgede kalıcı bir barışı güvence altına almaya çalışıyor. Ancak hem uluslararası toplumun hem de liderlerin tarihin bize verdiği dersleri hatırlaması gerekiyor. 

Osmanlı devleti tarihsel süreçte Basra Körfezi’nden Bosna’ya kadar uzanan coğrafyaya hakim olmuş bir imparatorluktu. Ve sultanın nihai otoritesinde iç içe geçmiş kültürler, gelenekler ve diller zengin bir mozaik oluşturmuştu. BöyleceOsmanlı İmparatorluğu yüzlerce yıl bölgede huzuru sağlayabilmişti. Ama İmparatorluğun parçalanmaya başlamasıyla bölgede şiddet sarmalı başladı.

Osmanlı mozaiğinin ulus-devletler halinde içinin oyulma süreci ilk olarakBalkanlar’da başladı. Balkanlarda bir arada yaşama kültürünü sağlayan mozaik ilk olarak 20.Yüzyılın başındaki savaşla bozuldu. Bu sürecin devamı yine1990’lardaki yaşanan savaşta devam edecekti.

Bununla birlikte, dış güçler Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’de Osmanlı haritasını kesip biçerek yeniden çizdiler. Ve bu yeni yeni devletlerin ortaya çıkmasına neden oldu. Mesela bugünkü Suriye ve Irak üzerinde Fransız ve İngilizlerin çıkarları söz konusuydu ve bu devletlerin varlığı o günkü çıkarlar üzerinden inşa edilmişti. Hakeza Yunanlılar, Batı Anadolu’yu fethetmek gibi talihsiz bir girişimde bulundular ama bu modern Türkiye’nin oluşumuna yol açan devrimi de tetikleyici etkide bulunmuştu. Ve son olarak Filistin’de bir İsrail devleti kurulması için 1917’de imzalanan Balfour Deklerasyonu da 1948’de İsrail’in müzakereler ve çatışmalarla kurulmasına zemin hazırlamıştı.      

Son zamanlarda tartışılmaya açılan konulardan biri Türkiye ve Irak hükümetlerinin Musul üzerinde hak iddia etmesidir. Eski bir Osmanlı eyalet olan Musul’un bu iddialar üzerinden tartışmaya açılması, oyunun ne kadar zor olduğunun bir kanıtıdır aslında. Daha önce İsveçli bir diplomat Milletler Cemiyeti tarafından kurulmuş bir komisyon tarafından adil çözüm için bölgeyi taramış ancak Musul’un hangi ülkeye ait olduğu konusunda düzgün bir ayrım çizgisi bulmakta başarısız olmuştu. Ancak daha sonra komisyon tarafından Iraka verilmesi tavsiye edilmişti. Çünkü bu eyaletin yıllardır manda himayesinde bulunan Irak’ta kalması gerekiyordu.

O zamandan beri devrimler ve art arta gelen savaşlar tek bir hakikati ortaya koyuyor. O da Osmanlı mozaiğinin bölgede net ayrımların olduğu etnik, dini ve ulusal yapılar içinde homojenlik oluşturabilecek yapı olduğu gerçeğidir. Ve imparatorluğun parçalandığı Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan düzenin son derece keyfi olduğu net bir şekilde anlaşılıyor. Ama bu düzeni değiştirmek de daha fazla kan dökülmesine sebep olacaktır.

Örneğin, bugün Irak’ın Sünni ve Şii olarak ikiye bölünmesi 1947’de Hindistan vePakistan’da arasında yaşanan bölünmenin bir Mezopotamya versiyonu olabilir. Bu bölünme sırasında Pakistan’a ya da Hindistan’a kaçan milyonlarca insan öldürülmüş ve büyük bir trajedi yaşanmıştı. Irak’taki bölünme, sadece mezhepsel değil aynı zamanda Kürtlerle Araplar arasında yaşanacak büyük bir çatışmaya da sebep olabilir. Zira Kürt nüfusu, Irak, Türkiye, İran ve Suriye içinde de derin ve etkilidir. Ve yine Bağdat’ın kontrolü için savaş benzer bir şekilde derin ve şiddetli olacaktır.

Suriye’deki çatışmalara da bir çözüm bulunması oldukça zor gözüküyor. Kıyı boyunca bir Rus destekli Alevi devleti kurulabilir; ancak Şam’a kimin kontrol edeceği son derece tartışmalıdır. Mesela ülkedeki Hristiyanlar böyle bir çabanın kurbanı olabilir. Zira Suriye, en eski Hristiyan topluluğuna ev sahipliği yapmaktadır ve bu topluluk her ne kadar küçük de olsa, bölgedeki tarihi haklarını koruyor.

Elbette ki, bölgedeki Osmanlı mozaiği büyük zarar gördü ve yavaş yavaş dağılma sürecine girdi. Ve artık bölgedeki Halep ve Musul gibi kadim şehirler bir daha çiçek açmayacak gibi gözüküyor. Fakat her ne kadar bu bölgede kan nehirleri akmaya devam etse de bu çatışmacı ortamda yeni hatlar oluşturulmamalıdır. Ve bölgede yeni bölünmeler meydana getirmek için çatışmalar bahane olarak gösterilmemelidir.

Uluslararası toplum ve liderler artık kaosun sonlandırıldığı, bölgesel düzenin, barış ve istikrarın sağlandığı bir Ortadoğu için mevcut çerçeve içerisinde ciddi bir gayret göstermek zorunda. Ve bugün koltuk stratejistleri uzak ülkelerindekendilerini aldatmaktan başka bir şey yapmıyor. Zira onlar oturdukları yerden yeni sınırlar empoze etmeye çalışmaktadır. Fakat antik topraklar üzerinde onların bu kurucu girişimleri havanda su dövmekten ibaret olacaktır.

Kaynak: Dünya Bülteni

 
Editör: İsveç Gündemi