İsveç’te “radikal İslamcılarla yakınlığı” bahane edilerek medya ve kamuoyu baskısına maruz kalan Şehircilik ve İskan Bakanı Mehmet Kaplan’ın ardından Yeşiller Partisinden Müslüman politikacı Yasri Khan bir kadın gazeteciyle el sıkışmaması üzerine gelen tepkiler nedeniyle siyasetten ayrıldı. Ülkede Müslüman siyasetçilere yönelik kullanılan linç dili endişeyle karşılanıyor.


Nisan ayında iki Müslüman siyasetçinin istifasıyla ufak bir siyasi krizin yaşandığı İsveç’te Müslümanların siyasi katılımına dair birtakım soru işaretleri oluştu. Köklü bir sosyal demokrat devlet kültürüne dayanan ve insan haklarının en üst düzeyde işlediği örnek bir ülkede bu istifalar Müslümanlara karşı şüphelerin ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından önemli.

18 Nisan tarihinde İsveç’in Türk kökenli Şehircilik ve İskan Bakanı Mehmet Kaplan’ın görevinden istifa ettiğini duyurduğu basın toplantısı devlet televizyonunda canlı olarak yayınlandı. İstifanın nedeni medyada günlerce süren linç kampanyasında dile getirilen ağır ithamlardı. Bazı Türk sivil toplum kuruluşlarını “faşist” ve “ırkçı” olarak tanımlayan İsveç medyası geçmişten fotoğraflar yayımlayarak Bakan Kaplan hakkında ağır suçlamalarda bulundu. Bu suçlamalardan bir tanesi Mehmet Kaplan’ın Türk STK’ların faaliyetlerine katılımı ile alakalıydı. İsveç Millî Görüş Teşkilatının “Maide-i Kur’an” etkinliğine katılan Mehmet Kaplan’ın etkinlikten bir fotoğrafı yayımlanarak “Kaplan radikal İslamcıların programında” diye başlık atılmıştı. Aynı zamanda Kaplan’ın Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜMSİAD) tarafından verilen bir iftar yemeğine katılımı İsveç basını tarafından “Faşistlerle aynı masada oturuyor” şeklinde lanse edilmişti. “Radikal İslamcı” ithamının bu kadar kolay ve asılsızca yapılması bir yana, Kaplan’ın her gittiği davetten önce misafir listesini temin edip, isimleri tek tek inceledikten sonra davete katılma kararı alamayacağı açık. İnsanlar aynı odada bulundukları insanların ideolojilerinden ne zamandan beri sorumlu tutuluyorlar ve asıl soru aynı sorumluluk Müslüman olmayan siyasetçilerden de bekleniyor mu?

Bakan Kaplan bunun dışında Türk hükûmetinden siyasetçilerle görüştüğü öne sürülerek de gazeteciler tarafından suçlandı. AB ile Türkiye arasında mültecilerle ile ilgili yapılan anlaşmadan dolayı zaten bütün Avrupa ülkeleri Türkiye ile işbirliği yapıyor iken Kaplan’ın Türkiye’deki “devlet adamları”yla görüşmesinin sanki teröristlerle görüşülmüş gibi sunulması oldukça şaşırtıcı ve kabul edilemez.

Henüz Kaplan’ın baskılar sonucu istifa etmek zorunda kalmasının şokunu atlatamayan İsveç Müslümanları, Yeşiller Partisinden başka bir genç Müslüman siyasetçinin daha istifa haberiyle karşılaştı. Bu defa parti yönetimine aday olarak gösterilmiş olan Yasri Khan katıldığı bir televizyon programında dinî inancı gereği kadın muhabirin elini sıkmamasından dolayı asılsız suçlamalar ve nefret dolu tepkilere maruz kalmıştı. Kendisini açıklama fırsatı bulamadan kadın-erkek eşitliğine karşı “radikal Müslüman”, “İslamcı” ve demokratik bir partide işi olmayan bir şahsiyet olarak tanımlanmıştı. Oysa Khan’ın sergilediği tavırda bir aşağılama veya saygısızlık söz konusu değildi. Kadın muhabire elini vermemiş, fakat kendi değerlerine uygun bir şekilde elini göğsüne koyarak karşısındakini selamlamıştı. Bu olayı fırsat bilen İslam karşıtı kesimler Müslümanlara karşı İsveç toplumunda yer edinmiş olan şüphe ve ön yargılardan güç alarak Khan’a karşı karalama kampanyasını başlattı. Kolektif cahillik, şüphe ve ön yargının parti içinde ve dışında uyandırdığı baskılar sonucunda Khan da tıpkı Mehmet Kaplan gibi istifa etmek zorunda kaldı.

Art arda gelen bu iki istifa İslam düşmanı kesimler tarafından ayakta alkışlanırken, İsveç’in Müslüman nüfusu büyük hayal kırıklığına uğradı. Genç Müslümanlar için siyasette iki örnek ve ilham kaynağı isim yalan haberlerle beslenen bir algı operasyonu sonucunda siyasetten kovulmuştu.

Çoğunluk toplumu tarafından dışlandıkları hissine kapılan Müslümanlara yönelik iki taraflı bir cezalandırma ve itibarsızlaşmadan bahsetmek mümkün: Müslümanlar siyasette yer almadıklarında “topluma karışmayan ve ilgilenmeyen, değer üretmeyen ve kendilerini izole eden”, siyasette yer aldıklarında ise “gizli ajandaları olan, İsveç toplumunu İslamlaştırmak için ve çoğunluk toplumunun değerlerini bozmak için çalışan şüpheli varlıklar” olarak nitelendiriliyorlar. Karşılıklı güvensizliği tetikleyen bu mekanizma ayrıca genç Müslümanları umutsuzluğa sürüklüyor.

Bu örneklerde yürütülen linç kampanyasında somut bir şekilde görünen İslam düşmanı söylemler bu düşmanlığın artık normalleştiğinin habercisi. 10 sene önce sadece aşırı sağcı grupların dile getirdiği “Müslüman tehlikesi” bugün devlet televizyonunda ciddi ciddi tartışma konusu olarak ele alınıyor ve sıradan gazeteler bu yaklaşımı içselleştiriyorlar.

Oysa kapsayıcı ve demokratik toplumlarda bireylerin yaptıkları işlere göre yargılanmaları gerekir; etnik, kültürel arka planlarına veya dinî inançlarına göre değil. Kaplan ve Khan genç yaştan itibaren sivil toplum kuruluşlarında demokratik çalışmalarının ardından siyasete atılan, toplum içinde daha fazla adalet ve eşitlik için çalışan, fakat buna rağmen haksız suçlamalara maruz kalan iki isim. Onların arkasında dik durup adaleti savunamayan, popülizme boyun eğmek zorunda kalan İsveçli siyasetçiler aslında İsveç siyasi ikliminin çoğunluk toplumunun normları dışına çıkan siyasetçi profiline yönelik hazımsızlığını da kanıtlıyor.

Editör: İsveç Gündemi