“İsveç Modeli” Emmanuel Macron’un dilinden düşmüyor; 1990 yıllarında kamu harcamalarının önemli ölçüde azalması ve emek piyasasında toplumsal diyaloğun önemli bir yer tutması nedeniyle. İsveç bu dönemde önemli bir liberal revizyondan (paylamadan) geçti. Bunun toplumda çok olumsuz etkileri oldu. Sonuç: İsveçliler bu eğilimi bugün tersine çevirmek istiyorlar. Toplumsal ilişkilere gelince, hükümet kararnameleriyle yürürlüğe konulan denge ise bizi İsveç modeli toplu sözleşmelerden uzaklaştırıyor.

“Toplumsal yatırım” denilen politikalar yararına en güçlü delilleri sunan ve daha sonra İskandinav ülkelerinin tümünde uygulanan İsveç modelidir: Toplu sözleşmeler, toplumsal güvenceler ve nitelikli kamu hizmetleri bir ülkenin kendine sunacağı “lüks hizmetler” değil ama aksine toplumsal ve ekonomik kalkınmayı sağlayacak araçlardır.

Eşitsizliklerde artış

Bu yolu İsveç 20. yüzyıl boyunca sürdürdü ama 21. yüzyıl başında durum ne? Kamu hizmetlerinin giderek bozulması ve sosyal güvencenin giderek nitelikten düşmesi karşısında İsveçliler durumu sorgulamaya başladılar. Kuşkusuz İsveç ekonomisi hala rekabetçi ve önemli dış ticaret fazlaları var (2016 yılında GSMH’nin yüzde 4,9’u kadar dış ticaret fazlası var); istihdam oranı Avrupa Birliği içinde en yüksek düzeyde (20-64 yaş arası %81); işsizlik oranı en düşük seviyelerde (%6,7). Ama, 1960-70 yıllarında önemli ölçüde azalan eşitsizlikler giderek arttı: 1991-2015 arası, en zengin yüzde 10’luk dilime ait kullanılabilir ortalama gelir yüzde 127 arttı (bu enflasyon dışı reel artışı ifade ediyor); en yoksul yüzde 10’un geliri ise sadece yüzde 25 arttı. Aynı dönemde, kullanılabilir gelirler[1] için Gini katsayısı[2] ise 0,23’den 0,27’e ulaştı. Yani Fransa’nın durumuna ve Avrupa ortalamasına yaklaştı. (eurostat’a göre karşılıklı olarak 0,30 ve 0,31.)

“Emek değerin” onarımı

1980 yılında gayrimenkul balonunun patlamasıyla, ülke 1929’dan beri en büyük bunalımı yaşadı: GSMH’nin gerilemesi, kamu borcunun artışı, istihdam oranının yüzde 86’dan yüzde 75’e düşmesi. İşte bu bağlamda 1991 yılında sağ 1932’den bu yana ikinci kez iktidara geldi. İsveçlilerin toplumsal modellerine bağlı devrimci ateşlerini birden söndürdü.

Bildt hükümetinin söz verdiği ünlü “model değişikliği” gerçekleşmedi ve 1994’te sosyal demokratlar iktidarı 12 yıl boyunca yeniden ele geçirdi. Ama “kirli işleri” onlar yaptı: Kamu borcunun GSMH’deki payı, uzatılan bütçe fazlalıkları ve sosyal devlete vurulan endişe verici darbelerle yüzde 75’ten 2006 yılında yüzde 42’e geriledi.

Sağ 2006 yılında yeniden iktidara geldiğinde 1991 yılını başarısızlıklarından ders çıkarmıştı: “yeni işçi partisi” konumuna girerek sosyal devlete ve emek yasalarına doğrudan saldırmadan tam istihdam sözü verdi. Kamu borcu azalmaya devam etti (2017 yılında yüzde 34) ve bu yeni “işçi” sağı sekiz yıl boyunca emek piyasasında vergi teşviklerini artırdı. Tam istihdama dönüş sözü gerçekleşmedi ama 1990 yılında başlayan artış devam etti.

Sosyal yardımlar düşüşte

Çeyrek yüzyıldır gerçekleşen eşitsizlikler öncelikle sermaye gelirlerinin artan ağırlığını yansıtır. 2007 yılında sağ iktidarın artırdığı varlık vergisinin kaldırılmasıyla daha da arttı. Ama özellikle (göreceli olarak) sosyal yardımların (emekli maaşları, işsizlik parası, sosyal sigorta, aile doğum izinleri, öğrenci bursları) azalmasıyla eşitsizlikler daha da arttı. Kamu harcamalarının azalışı esasında sosyal transferlerin azalmasıyla açıklanır: 1993’te GSMH’nin yüzde 31’iyken 2014’te yüzde 19 oldu.

Bu gerileme çoğu toplumsal güvenceleri etkiledi: Yardımlardan yararlanma düzeyleri geriledi, ikame oranları azaltıldı ve gelirleri dengeleyen yardımlar azaldı. İsveç sosyal sigorta denetimine göre hastalık primlerini ödemek için öngörülen tavanı geçen ücretlilerin oranı 1992 yılında yüzde 14 iken bu oran yüzde 50’ye geldi.

Çalışanlar için, kamu yardımlarının azalışı tamamlayıcı sigortaların rolünün artmasıyla dengelendi. Bunlar toplu sözleşmelerde tanımlanır ve ülkedeki ücretlilerin yüzde 90’ını kapsar. Çok sayıda insanı riskler karşısında güvence altına alan (ücretlilerin tümü için sendikalar ulusal düzeyde görüşürler) bu tamamlayıcı sigortalar zorunlu sosyal sigortalara giderek yaklaşmaktadırlar. Ama buna koşut olarak, şirketlerin tamamlayıcı sigortaları ve kişisel çözümler özellikle sağlık alanında giderek ön plana çıkmaktadır. Bu nedenle de, İsveç’te refah devletinin temellerini tartışma konusu haline getiren “iki vitesli” bir sisteme geçiş üzerine kaygılar dile getirilmektedir.

Sosyal yardımların azalması 1999 yılında yapılan emeklilik reformuyla açıklanır. Bu reform puanlı bir emeklilik sistemi getirir ve E. Macron’un da sistemine[3] model oluşturur. Emeklilik sistemini daha saydam hale getirmişse de daha az cömert olmuştur. Ayrıca, ekonomik konjonktür değişikliklerine bağlı riskler hemen emeklilere yansıtılmaktadır. Çünkü verilen yardımların hacmi GSMH’nin gelişmesine bağlanmıştır. Bu da İsveç’te bugün birçok tartışmanın konusudur.

Sağlam temeller

Yine de İsveç modelinin sağ iktidar tarafından revize edilmesi kısmi olmuştur. Kamu sektöründe çalışanlar azalmıştır ama diğer sektörlere göre hala önemlidir: Kamu istihdamı toplam istihdamın yüzde 28’idir. Fransa’da bu oran yüzde 20,5’tir. Kamu hizmetleri rekabete açılmıştır ama finansmanları kolektiftir. Özel bir kreş ya da okul, kamunun tarifesinden fazla, ek bir masraf isteyemez. Babalara doğum izninin verilmesi gibi önlemler cinsiyet rollerinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Avrupa’da İsveç toplumu, birçok ölçüt açısından gerçek bir kadın-erkek eşitliğine en yakın olan toplumdur.

1990’lı yıllarda İsveç modeli zayıflatılmışsa da, birçok temel yerindedir ve 2014 yılında sosyal demokratlar yeniden iktidara geldiklerinde bu kez bu temelleri korumada kararlıdırlar: Birçok toplumsal yardım yeniden değerlendirilmiş (hastalık, çocuk, konut, işsizlik yardımları) ve kamu hizmetlerine yönelik vergiler artırılmıştır. Zorunlu vergi oranları GSMH’nin 2014 yılında yüzde 43,5’e, 2016 yılında yüzde 44,9’a ulaşmıştır. + 1,4’lük artışın Fransa’da karşılığı ek 31 milyar avro gelir demektir.

25 yıldan beri ilk kez 2015’te kamu harcamaları tüketim harcamalarından daha fazla arttı ve 2017 bütçesi, özellikle nüfusun en yoksul yüzde 20’lik diliminin kullanılabilir gelirini artırmayı amaçlıyor. Ayrıca göçmenleri en çok kabul eden yerel yönetimlere yardım edilecek. 9,9 milyon nüfuslu İsveç 2014 ile 2016 yıları arasında 273.000 sığınma hakkı talebini kabul etti. 67 milyonluk Fransa ise sadece 225.000.

İsveç modelini gerçekten onarmak için yol uzun ve karmaşık. Sosyal demokrat partinin oyları yüzde 30 dolaylarında seyrediyor ve 20. yüzyılda olağanüstü bir üstünlük sağlayan yüzde 45 oranından çok uzakta. Tek işçi sendikası olan OL ile organik bağlarına karşın, geçmişte başarısını sağlayan orta sınıf ile halk sınıflarının geniş birliğini giderek daha az canlandırıyor. Göçmen karşıtı seçmenlerin bir kısmı siyasi ortama sağlam şekilde giderek yerleşen aşırı sağcı parti tarafından ele geçiriliyor. İsveç’i izlemeye devam.

Editör: İsveç Gündemi