Kalbim ile ruhumun arasındaki ince noktada cambazın ipte durduğu gibi durmaya çalışıyorum acemi heyecanlarımla... Bazen hezimet yaşadığım başarılar ile elde ettiğim acı kazanımlarımla övünürken, bazen de kendi iç dünyama yitirdiğim duygulardan dolayı öfkeyle hiddetli haller yaşatıyorum kendime ve diyorum ki tüm bunlara rağmen insan olarak ayaktaysan güçlüsün! ama yaşıyorsan da şanslı sayılmazsın...

Günümüzde değişen güç algısıyla kendimle hesaplaşırken, yitik bir coğrafyanın soğuk ikliminde güz mevsimi gibiyim. Bir şeye sahip olmak için çok şeyler feda eden biz insanların bu hırsının kirlettiği bir dünyada yaşamaya mahkum olmak inanın acı veriyor.

Gerçekten kimiz, neyiz, ne istiyoruz?
Hangi ara bu kadar değiştik ve hangi ara özümüzden bu kadar köktenci kopuşlar yaşadık?

Tüm bu kargaşalar, kavgalar ve savaşların nedenine bakınca, yaşamak ile yaşamamak arasında hangisinin daha hayırlı olduğunu idrak etmek imkansız. Hangi dava insan hayatından daha üstürdür ki insanlar birbirini böyle hunharca öldürebiliyor. Hangi amaç uğruna öldüğünü dahi bilmeyen yüz binlerce insan olduğunun idrakine varınca insan, hayatının bir değerinin olmadığına inanmaya başlıyor.

Sahi yıllardır alışagelmiş kan savaşlarının asıl amacı nedir?

Hangimiz siyasal esntürmanlarla düşman olmayı ve düşman edinmeyi öğrenmedik ki? Bir düşünsenize hiç tanımadığımız insanlardan nefret etmeye niçin ve nasıl başladık. Ne zaman ve nasıl oldu da insanlık bir birine kin ile yaklaşmayı tercih etmekte zirve yaptı.

Oysa biliyorum ki İlahi kavramın olduğu dinsel inançların hepsi; sevmeyi, kucaklaşmayı, hoşgörüyü ve paylaşmayı tavsiye ve hatta emrediyor. O halde mesele insan oğlunun egoizm yolunda ilahlaşma bencilliği aklıma geliyor. Bir baksanıza Allah aşkına, günümüzde kullar yaradana mı, yaratılana mı daha çok kulluk ediyor?

Hangi fikrin kölesi, hangi iblisin esiri olduk?

İnsanlığın değer olarak yükseldiği coğrafyalarda akan kan nehirlerinde boğulması ve medeniyetin payitahtı olan sınırlarda insanlığın ayak altına alınarak zulümler edilmesi bizim aklımızı yitirdiğimizi resm ediyor.

Şimdi soğuk iklimlerde içimizi ısıtmayı hayal ediyoruz. Özümüzden kopmuş ve küresel ekonominin dayattığı zorunluluklarla canavarın değirmenine su taşıyoruz. Kaldı ki maalesef taşıdığımız bu su, ait olduğumuz coğrafyaya zulüm, gözyaşı, acı ve kan götürüyor.
Hadi hep birlikte sosyal medyaya yeni aldığımız arabanın, evin ve cep telefonun resmini atalım, hadi birbirimize klavye ile sidik yarışına girelim. Hadi hep beraber bu esriklikte ölmeye devam edelim.

Gerçekten merak ediyorum. Nasıl ve ne zaman gerçek anlamda uyacanağız? Ne zaman biz olmayı başaracağız? İnanın bilmiyorum ama bu gidişin bizi sonsuz bir karanlığa götürdüğünden hiç şüphe duymuyorum.

Farklılıklarımızı zenginlikten çıkarıp, ayrıştırma zeminine taşıyan siyasal silahlara karşı bu kadar savunmasız olmamızın sebebini hiç merak ediyor musunuz? Hani hepimiz bir ümmettik, hani habeşteki bir siyah ile bile kardeştik? Ne oldu da habeş bir kenara, kapımızdaki kardeşimize bile düşman olduk?

Her şeye şunun oyunu, bunun oyunu demeyi bırakıp kendi inançlarımız ve kendi değerlerimizin gereğini yaşamayı ve yaşatmayı idrak etmedikçe, zaaflarımızı kapatmak için suçlu bulmaya devam ederiz. Gerçek şu ki eziliyorsak ve öldürülüyor isek sorumlusu biziz...