Merkel Almanya olarak Türk kökenli vatandaşlardan sadakat ve bağlılık beklediklerini dile getirdi. Merkel buna neden gerek duydu acaba? 31 Temmuz’da 100’den fazla sivil toplum örgütünün organizesi ve katılımı ile Köln’de 50 bin kişilik dev bir „Demokrasi Mitingi” düzenlenmişti. Çeşitli engelleme çabaları sonrası ancak şartlı olarak gerçekleşebilen miting anlaşılan bazı yerleri rahatsız etti. Genç siyasetçi Jens Spahn’ın öncülüğünde bazı Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partili milletvekilleri sözde „Erdoğan yanlısı” Türkler ve Türk kökenlilerin ülkeyi terk edebileceklerini ve Alman vatandaşlıkları bulunduğu takdirde bu pasaportlarını geri vermeleri gerektiğini dile getirdi. Hatta Hristiyan Birlik partili eyalet içişleri bakanlarının „Berlin Açıklaması” taslağında çifte vatandaşlığın kaldırılması yer aldı. Uzun tartışmalar sonrasında 2019 yılında çifte vatandaşlığın etkisine bakıldıktan sonra uyuma zarar verdiği tespit edilirse kaldırılacağı kararlaştırıldı. Ve bu uzlaşıdan sadece birkaç gün sonra başbakan Merkel Türk asıllı Alman vatandaşlarından, Almanya Federal Cumhuriyeti'ne sadakat göstermelerini istedi. Merkel bunun karşılığında Alman hükümetinin de Türk asıllı vatandaşların meselelerini dinlemeye ve anlamaya açık olduklarını, bunun için göçmen dernek ve kuruluşlarıyla yakın iletişime gireceklerini bildirdi.

İş göçü ile birlikte Almanya’ya gelen milyonlarca Türk insanı, bunların çocukları ve torunları hiçbir zaman vatanımız olan Almanya’ya sadakatsizlik ettiğini düşünmüyorum. Almanya bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın olduğu gibi, Türk kökenlilerin de ülkesidir. Burada doğup büyüyen, sosyalleşen ve sonunda burada da vefat edecek olan insanları sorgulamanın, şüphe duymanın, onları dışlamanın ve sadakatleri test etmenin bir anlamını da görmüyorum. Bu sadakat ve bağlılık talebi nesillerdir alın teri, el emeği, beyin gücü ile Almanya’nın gelişmesine katkı sağlayan Türk kökenli Almanlar için suni bir ötekileştirme ve ayrıştırma aracıdır. Bağlılığımız bir partiye, dine veya ideolojik görüşe değildir. Bağlılığımız ülkemizin, yani Almanya’nın anayasasına ve hukuk sisteminedir. Bu anayasanın üçüncü maddesinin üçüncü fıkrasında şu ilke de yer almaktadır: „Cinsiyeti, soyu, ırkı, dili, yurdu ve kökeni, inancı, dini veya siyasi görüşleri dolayısıyla hiç kimse mağdur edilemez ve hiç kimseye imtiyaz tanınamaz. […]”. Anayasamıza göre siyasi görüşünden dolayı kimse mağdur edilemeyeceğine göre, yine de son haftalarda siyasi görüşünden dolayı bazı Türk ve Türk kökenli kurumlar, sivil toplum örgütleri, insan toplulukları ve bireylerin linç kampanyalarına maruz kaldıklarını hepberaber medyadan takip edebiliyoruz. Siyasi görüşü nedeniyle sınır dışı edilmek istenen, vatandaşlığı elinden alınmak istenen veya başka hak ihlallerine maruz kalan insanların bu ülke ile aralarına mesafe koyma çabaları başarıya ulaşmayacaktır.

Çift veya daha fazla dilli, çift veya daha fazla kültürlü, çift veya daha fazla kökenli (uluslu) insanların zenginliğini anlamak bazı tek dilli, tek kültürlü ve tek uluslu kişilere zor gelebilir mutlaka. Ancak bu zorluğu aşmaları için kendilerine yine Türk kökenliler yardımcı olabilir. Çok kültürlülük, çok dillilik her ülke için bir şanstır. Tabi bu ilke farklılıkları iyi değerlendirenler için geçerlidir. Farklılıkları potansiyel tehlike ve risk olarak gören gözlere denecek bir şey yok. Onlar at gözlükleri ile hayata bakmaya devam etmede serbesttirler. Ancak bu ülkede hepimiz için yer var ise bu gerici bakış açısının da değişmesi gerekmektedir. ABD, Kanada, Avustralya, Çin gibi göç alan ülkelerden bu konuda çok şey öğrenme imkanı mevcuttur.

Bazı siyasi, medya kuruluşu ve kanaat önderlerinin „Artık kararınızı bir an önce verin, Almanya’ya mı bağlısınız, yoksa Türkiye’ye mi bağlısınız?” dayatması bu kişilerin ya saf ya da art niyetli olabileceğini gösterebilir mi? Bir ABD’liden veya bir AB vatandaşından bu baskıcı karar isteniyor mu? Biz iki tarafı da vatan olarak görüyoruz. Biz hem Türkiye’ye bağlıyız, hem Almanya’ya bağlıyız, hem Asya’ya bağlıyız, hem Avrupa’ya bağlıyız. Biz transnasyoneliz, yani uluslarötesiyiz. Biz Türkçe de rüya görebiliyoruz, Almanca da rüya görebiliyoruz, hatta Fransızca ve İngilizce rüya görebilenlerimiz var. Bize „Kararını sadece bir yer için kullan!” dayatması ile gelme. Bizi lütfen bu zenginliğimiz ve artımız ile kabul et. Anayasamız da bu yönde yol göstermiyor mu? Yani: Çoğulcu toplum da en az azınlık toplumları kadar Alman anayasasına sadakatli ve bağlı olmalıdır. Biz „Verfassungspatriot” denilen „Anayasa yurtseverleriyiz”. [Özet Tercüme]

Yorum-Analiz: Y.B
Editör: İsveç Gündemi