Bulgaristan Hak ve Özgürlükler Hareketi ve aynı zamanda Avrupa Parlamentosu Türk Milletvekili Metin Kazak ile bir söyleşi yapma fırsatı bulduk ve bu söyleşi çerçevesinde, Türkiye’nin AB sürecini, Bulgaristan Türkiye ikili ilişkilerini ve Hak ve Özgürlükler Hareketi’nin siyasettiki konumunu konuştuk.

Metin Kazak kimdir, siyasete nasıl atılmıştır ve şu anda hangi görevleri yürütmektedir?

Ben Avrupa Parlamentosu Milletvekili, Hak ve Özgürlükler Hareketi (partisi) tarafından seçilen ve Bulgaristan’da 18 Avrupa Parlamentosu Milletvekilerinden birisiyim. Eğitim olarak Fransa’da uluslararası hukuk okudum ve tabiki öncesinde de Bulgaristan’da bizim Hak ve Özgürlükler Hareketi parti çatısı altında iktidarda olduğum dönemde bakanlar kurulunda, devlet bakanlığında özel kalem müdürü olarak çalıştım. Yine Bulgaristan’da 2007 – 2009 yılları arasında kamu denetçisi yardımcılığı görevini yürüttüm. 2009’dan bu yana da Milletvekili görevini yürütüyorum.

Tabiki küçük yaştan beri Bulgaristan siyasetine Hak ve Özgürlükler Hareketi (Partisi) misyonu çerçevesinde bilgi ve birikimlerimle yardımcı olmaya çalışıyorum ve aynı zamanda bunu kendi misyonum gibi kabul ediyorum. Gerek Bulgaristan’da gerekse Avrupa Birliği kapsamında, insan hakları, azınlıkların hakları ve eşitlik alanında öncülük yapacak çalışmalarda bulunuyorum ve bu çalışmaları sürekli geliştirerek devam ettirmek istiyorum.

Peki Hak ve Özgürlük Hareketi’nin Bulgaristan’da ki mevcut durumu nedir?

Bulgaristan’da Todor Jivkov’un rejimi düştükten sonra Hak ve Özgürlükler Hareketi 1990 yılından bu yana sürekli en güçlü, en tecrübeli siyasi parti olarak Bulgaristan’nın üçüncü büyük partisi durumunda olup aynı zamanda Bulgaristan siyasetinde önemli bir denge sağlayıcı ve siyasetin önünü açan çok önemli bir anahtar konumundadır.

İktidarda veya muhalefette olduğumuz süreçlerde sürekli olarak “liberal” çizgimizi koruyarak Bulgaristan’da herkese hitap eden, kesimler arası diyaloğu geliştirerek, insanların farklılıkları ile hoşgörü içinde yaşamasını, yine gerek sanatsal, gerek bireysel fikir özgürlükleri hususunda insanların önünü açacak ve ifade özgürlüğünü artıracak çalışmalarla siyaset yapıyoruz.

Ayrıca bölgesel kalkınma kapsamında da önemli çalışmalar yapıyoruz ve buradaki mücadelelerimizde özellikle müslüman kimliğine sahip olan ve Türk vatandaşlarımızın refah düzeyini ve bölgelerin kalkınmasını diğer tüm bölgeler ile aynı seviyeye getirmeye çabalıyoruz.

Hak ve Özgürlükler Hareketi seçimlere parti olarak girmesine rağmen neden hala parti olarak algılanmamaktadır?

Şimdi tabi biz ilk önce hareket olarak gündeme gelmiştik. Çünkü o zaman tek bir misyonumuz vardı ve oda kominizmden kalmış olan azınlıklara “özellikle Türk ve Müslümanlara” karşı yürütülen asimilasyon politikasının önüne geçmek için gereken tedbirleri almak ve kaybetmiş olduğumuz hak ve özgürlükleri geri kazanmak için mücadele vermekti. Ancak bu süreci başarılı bir şekilde gerçekleştirdikten sonra oluşan demokratik zemin üzerine parti olarak yolumuza devam ediyoruz ki doğru olanında bu olduğunu düşünüyorum.

Örneğin: Şu anda çalışmalarımıza bakıldığında, Bulgaristan’da çalışmalarımız kesinlikle belli bir etnik kökene veya belli azınlıklara yönelik değil, ülke bütünlüğüne değer katacak kucaklayıcı ve birleştirici çalışmalar yapıyoruz. Biz kişinin hangi etnik kökene veya hangi dine mensup olduğuna bakmaksızın Bulgaristan’daki her bireyin hak ve özgürlüklerini geliştirmek ve Bulgaristan’ı layık olduğu yere taşımak için mücadele veriyoruz. Zaten bunun sonucunda da sürekli olarak Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi siyasette güçlenerek yoluna devam ediyor.

Bulgaristan’da yaşayan Türklerin içinde bulunduğu sosyolojik, ekonomik vb. koşulları ile ilgili bize neler söyleye bilirsiniz?

Biraz önce söylediğimiz gibi ana hedeflerimizden birisi özellikle bizim Türk ve Müslüman vatandaşlarımızın yaşadıkları bölgelerde oradaki komünizm döneminden kalmış ve gelişmişlik noktasında diğer bölgeler ile kıyaslandığında aralarında uçurum kadar fark olan bölgelerimiz var. Geçmişten bu yana kadar maalesef o bölgelerde hem devlet açısından, hem özel yatırım açısından yatırım gelişimi daha düşüktür. İşte Bu bizi biraz motive ediyor. Çünkü o bölgelerde gerek işsizlik, gerekse eğitim oranı çok düşük ve tabiki bu sebeplerden meydana gelen imkan potansiyeli de çok daha düşük olduğu için bizim Türk ve Müslüman vatandaşlarımızın Bulgaristan ekonomik ve sosyal hayatında daha başarılı olmaları için daha fazla çaba göstermemiz gerekiyor. O yüzden bizim parti iktidar olduğu zaman özellikle bizim bakanlıklarımız tarafından, ayrıca hem Avrupa Birliği fonlarından, hem devlet yatırım programlarından yatırımları bu bölgelere yönlendirmeye çalıştık ki bu farklılıklar ortadan kalsın ve komünizm döneminden bırakılan geri kalmışlığı ortadan kaldırıp gelişim seviyesini normale döndürmek için çabaladık ve hala bu anlayış içinde tüm bölgelerimizi aynı seviyeye taşımak için çalışıyoruz.

Peki şimdi yüzümüzü Türkiye’ye dönelim ve tabiki Türkiye ile Bulgaristan arasında asırlık bağlar var ancak, son yıllarda Türkiye’nin komşuları ile sıfır sorun politikası kapsamında Bulgaristan ve Türkiye ikili ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şimdi tabiki Bulgaristan ve Türkiye arasında geçmişten gelen uzun ve ortak geçmişi var. Biliyorsunuz Bulgaristan Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olarak, Osmanlı zamanından da kalmış olan bir takım hatıralar ve önyargılar var. Bu ön yargılarda tabiki ilişkileri bazı zamanlar etkiliyor ama son zamanlarda özellikle Jivkov rejimi düştükten sonra iki ülke arasında yaklaşık 23 senedir çok iyi ilişkiler geliştiğini görüyoruz ve geleceğinin daha da iyi olacağına inanıyorum. Çünkü baktığımızda her iki ülkeninde gerek Nato üyeliği ve gerekse bakış açısı noktasında aynı objektiflere bakan ve aynı amaçlara ulaşmaya çalışan ülkeler olduğunu görüyoruz.

Bulgaristan bugün Avrupa Birliği üyesi oldu ama Türkiye’de bu yolda çok önemli çalışmalar yapıyor ve bu da iki ülkeninde hem Dünya’ya hemde Avrupa’ya bakış açısının önemli ölçülerde aynı olduğunu gösteriyor . Tabiki komşu ülke olarakta ekonomik işbirliği potansiyelide çok önemli ve son zamanlarda ekonomik kriz ve enerji yetersizliği yaşayan Avrupa birliği ülkelerinin durumlarını göz önünde bulundurduğumuz zaman, Türkiye’den ve Bulgaristan’dan geçen stratejik enerji hatları bakımından da iki ülke ilişkilerinin çok önemli şekilde gelişmesi gerektiği mecburiyetini de böylece görmüş oluyoruz.

Türkiye’yi ekonomik kalkınma ve demokratikleşme yönünde nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye ekonomisini çok yakından takip etmememe rağmen, Avrupa Parlamentosu’na özel olarak Türkiye – Avrupa Birliği ekonomik ve ticaret ilişkileri ile ilgili özel bir rapor sunmuştum ve geçen sene bu rapor Avrupa Parlamentosu tarafından kabul edildi. Benim için Türkiye – Avrupa Birliği ekonomik ve ticari ilişkileri çok önemli ve son zamanlarda gördüğümüz kadarıyla Türkiye ekonomisinin gelişmesi çok çok hızlı ve hatta Çin ekonomisinin kalkınma seviyelerine varan ve okuduğumuz kadarıyla geçen yıl yüzde 9 ekonomi artışını sağlaması tabiki bizim için çok pozitif bir gelişme olduğuna inanıyorum. Tabiki bu ekonomik gelişme Türkiye’nin potansiyelini ortaya koyuyor ve gerek dünyayla, gerekse bölgesel katkısı ile diğer ülkelerle ilişkilerini önemli bir şekilde etkiliyor. Benim için en önemli olan bu tür ekonomik gelişmelerden bütün ülke vatandaşlarının yararlanması ve bölgesel olarak tüm (Doğu- Batı, Kuzey – Güney) bölgelerinin refah düzeyini aynı seviyeye getirilmesi için yatırımlar yapılmasıdır.

Tam bu noktada şunu sormak istiyorum. Türkiye son dönemlerde demokratikleşme yönünde bir takım adımlar atmakta ve bunun neticesinde de bir çok tutuklanmalar ve davalar bulunmaktadır. Bunlar AB’de nasıl karşılanıyor ve siz gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabiki bizim için demokratikleşme süreci ile ilgili Türkiye’de son dönemlerde atılan adımların önemli olduğu gibi aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliği müzakereleri ve üyeliği konusunda çok ciddi şekilde etkilendiğine inanıyorum. Avrupa Birliği tarafından, özellikle bizim Parlamento’dan takip ettiğimiz kadarı ile Türkiye’deki gelişmeleri çok önemli buluyoruz. Bu son demokratik süreçle ilgili Türkiye’de yeni anayasa reform süreci için Avrupa Parlamentosu olarak çok büyük beklentiler içinde olduğumuzu bir daha söylüyoruz. Çünkü bu demokratik süreç içerisinde ilk olarak Türkiye vatandaşları, ikinci olarakta Avrupa Birliği ve Türkiye ilişkileri açısından daha faydalı olacağına inanıyoruz. İnanıyoruz ki bu yeni anayasa süreci sonunda daha demoktarik, insan hakları nı daha çok garanti eden ve sağlayan bir Türkiye çıkacak ve aynı zamanda Avrupa Birliği’nin insan hakları ve demokratik standartlarına daha yakın bir Türkiye olacağına inanıyoruz.

Avrupa Parlamentosu’nda görev yapan bir milletvekili olarak, sizce Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı gerçekçi bakış açısı nedir ve yine Türkiye Avrupa Birliği’nde olmalı mı, eğer olmalı ise niçin hala alınmaması için bir sürü dayatmalar bulunmaktadır?

Tabiki en büyük tartışmalardan birisi bu. Avrupa Birliği’nin Türkiye açısından stratejik bir hedef olduğu söyleniyor ve tabiki bu süreci zorlaştırıyor. Şu anda süreci durgunluk haline getiren bazı siyasi nedenler, komşu ülkelerin etkisi ve Fransa gibi ülkeler ön koşullar ortaya koyuyorlar. Ben şahsım ve bir milletvekili olarak çok üzücü bir durum olduğunu itiraf etmek istiyorum. Çünkü ister Türkiye, ister başka aday ülkeler olsun her ülke aynı şartlara ve aynı standartlara göre aynı süreç içerisinde, aynı şartları uygulaması gerekiyor. Bu nedenle çiftte standartların uygulanması bence Avrupa Birliği açısından yanlış bir durumdur. Tabiki Türkiye’nin Avrupa Birliği yolu daha uzundur ve Türkiye tarafından daha yapması gereken işler var ancak bu yaptıkları içerisinde Avrupa Birliği tarafından pozitif ajanda gibi algılanması yani söylediğim süreçte daha güven verici bir tavır olması gerekiyor. Türkiye kendi açısından her zaman söylediği gibi bu demokratik süreçlere sadece Avrupa süreci için değil kendi vatandaşları için olacağını bilerek yapmaya hedef olarak koymuş bu nedenle İnşallah bir iki sene sonra bazı bariyerler aşılacaktır ve bu süreç içerisinde bir canlanma olacağına kesinlikle inanıyorum.

Son dönemlerde Avrupa’nın içinde bulunduğu derin bir ekonomik var. Sizce Avrupa’daki krizin mimarları kimlerdir ve bu krizi çözmenin temel yolları nelerdir?

Şimdi bu çok önemli bir soru, çok doğru bir soru Avrupa’daki ekonomik krizin sebepleri çok farklıdır ama benim için en temel sorun Avrupa Birliği’nin kural sistemine şu ana kadar efektiv olarak denetleme sistemi bir türlü oluşturamaması ve tabiki bu kurallara uymayan ülkelerin daha önceden tedbir alınması durumuna düştüğümüz için büyük sıkıntılar yaşanıyor. Biliyorsunuz bir hasta vaktinde muayene edilmeden ve daha önceden önlem almadan durumu daha ciddileşince onuda artık eski sağlıklı durumuna getirmek daha zor oluyor. Bu yüzden Avrupa Birliği’de bu denli hastalık seviyesine gelmemek için kontrol ve denetleme yapısını daha sağlıklı hale getirmesi gerekiyor. Çünkü bazı ülkeler büyük ekonomik sarsıntılar yaşıyor ve bu sarsıntılar bütün Avrupa Birliği ekonomik ve finansal durumunu etkileyen bir duruma düştüğünde tabiki bundan sonra geriye dönmek ve bu bozuk sistemi tekrar canlandırmak ve sağlıklı hale getirmek için daha fazla çabalar göstermesi gerekiyor. Son zamanlarda Avrupa Birliği çerçevesinde tartışılan finansal stabilize mekanizma sistemini oluşturmak ve o sisteme artık bütün ülkelerin uyulması mecburiyetini getirmek için daha sert bir kontrol denetim sistemi için çabalar gösteriliyor ve umuyoruz ki bu çabalar daha iyi bir yapıyı ilerleyen zamanlarda getirecektir.

Avrupa’da ekonomik kriz ile birlikte göçmenlere karşı son yıllarda hem sistematik olarak hemde Norveç’in Irkçı teröristi Anders Behring Breivik’in gerçekleştirdiği saldırı örneğinde olduğu gibi büyük ırkçılık olduğunu görüyoruz. Bu tür ırkçılıkların temel nedeni sizce sadece ekonomi mi, ayrıca ırkçılığın önlenmesi için Avrupa Parlamentosu’nda ne tür çalışmalar yapılmaktadır ve biz göçmenlerin Avrupa’daki geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Tabiki son zamanlarda Avrupa Birliği kapsamında gerginlikler yaşanıyor. Hem ekonomik kriz, hemde krizden öncede bu tür sorunlar maalesef var ama krizle birlikte daha fazla yabancılara karşı negatif davranışlar ve bu tür ırkçı olayların daha fazla olduğunu bizde görüyoruz. Benim için bu durum hüzün verecek bir durumdur. Çünkü Avrupa Birliği’nin temel prensibi olarak bir sloganı vardır “Farklılıklarla beraber” ve bu ana prensibi Avrupa Birliği’nin korumak için bütün ülkelerde ve bütün Avrupa Birliği kurumlarında hedef olarak takip etmesi gerekiyor. Maalesef bazı ülkelerde küçük siyasi amaçlar olduğu için ve popilist seçimlere doğru mesela propaganda şeklinde kullanan bir takım ırkçı siyaset ve sloganlar atılıyor ve insanları bölüp bir birine karşı kışkırtmaya çok kolay fırsat veriliyor. İşte biz buna Avrupa Parlamentosu olarak her zaman çok yüksek sesle karşı çıkmaya çalışıyoruz. İster Norveç’te, ister Fransa’da ister Almanya veya başka ülkelerde her zaman böyle olaylarla özellikle siyasetçiler tarafından örneğin Hollanda da son zamanlarda Bulgaristan ve Romanya uyruklu vatandaşlara karşı aşırı sağcı parti tarafından bir web sitesi açılınca hemen Avrupa Parlamentosu olarak çok sert deklarasyonla karşı çıktık ve Hollanda hükümetine böyle bir yaklaşımı demokratik Avrupa Birliği ülkesine yakıştıramıyoruz dedik ve bundan sonrada bu ana hedefi takip etmeye kararlıyız.

Son olarak İsveç’te bulunan gerek Türkiye’den, gerekse Bulgaristandan gelmiş vatandaşlarımıza mesajınız nedir?

Öncelikle buradaki vatandaşlarımızın tabiki İsveç topluluğuna en iyi şekilde entegre olmalarını ama hiç bir zaman köklerini ve kendi ülkelerinde olan bağlatılarını bozmamaları yine şu anda gördüğümüz gibi hem İsveç, hem Bulgaristan ve Türkiye’de yaşayan arkadaşlarımızı bu dengeyi korumak ve takip etmelerini diliyorum.

Özellikle Bulgaristan’dan gelmiş vatandaşlarımıza şunu söylemek istiyorum ki onlar artık sadece İsveç veya Bulgaristan vatandaşı değil aynı zamanda Avrupa Birliği vatandaşı olduklarını bilerek iki ülke arasında köprü olduklarını unutmamaları gerekiyor. Bu nedenle hem Bulgaristan’dan İsveç’e, hemde İsveç’ten Bulgaristan’a en iyi yönleri taşımaları gerektiğinin bilinci ile hareket etmelerini önemli buluyorum.

Sağolsunlar, varolsunlar burada vatandaşlarımızı görmek onlarla hasret gidermek ve sohbet etmek çok önemliydi bizim için bu anlamda başta Balgöç Derneği olmak üzere İsveç’te yaşayan tüm vatandaşlarımıza çok selamlar olsun diyor ve teşekkür ediyorum.