AA'nın Türk karşıtlığını incelediği iki haberden oluşan "Türkofobi" dosyasının son bölümünde, Diaspora Araştırmaları Merkezi Müdür Yardımcısı da olan Soner Tauscher, Türk karşıtlığı ya da Türk düşmanlığı olarak isimlendirilen Türkofobi kavramının varlığını anlattı.

Tauscher, 14 ve 15'inci yüzyıllarda İslam’ın etkisiyle başlayan "Türkofobi" veya bugünlerdeki "Türkiyefobi" kavramının değişerek etnik belirleyicilik unsurunun çok etkili olduğu bir hal aldığını söyledi.

"Batı'daki Türkofobi ve İslamofobi 2001 yılından bu yana yükselişte"

Batı’da bugün oldukça yaygın ve popülist bir siyasi argüman olarak değerlendirilen Türkofobinin 2001 yılından bu yana yükselişte olduğunu, koronavirüs salgını, ekonomik çalkantılar ve popülist siyasal anlayışların da etkisiyle Türk karşıtlığının arttığına işaret eden Tauscher, şu değerlendirmede bulundu:

"Özellikle 2001 yılından bu Batı dünyasında giderek artan Türkofobik ve İslamofobik bir algının yerleştiğini söyleyebiliriz. Salgın dönemi ve ekonomik buhranlar, yeni radikal sağ, popülist sağ dediğimiz oluşumların yeni bir sistematik geliştirdiğini görüyoruz. Eskiden bizim bildiğimiz Naziler, Neonaziler vardı. Şimdi ise Avrupa siyasetinde Geert Wilders, Marine Le Pen tarzı siyasetçiler ve Avusturya, Almanya’da gördüğümüz AfD, Pegida gibi oluşumlar var. Bunlar Avrupa'daki Türkofobiyi tetikleyen yabancı karşıtı yapılar olarak ortaya çıktılar. Bunlar ırkçıların yaptığı hataları tekrarlamamaya çalışan, biyolojik ırkçılıktan çok kültürel ırkçılığı kendilerine yol belirleyen yapılar olarak ortaya çıktı. Bunu çok rafine bir şekilde, kurnazca yapıyorlar."

Tauscher, siyasilerin eliyle yapılan "toplumu Türkofobik" açıdan politize etme" girişimleriyle halkın da etki altına alınmaya çalışıldığına dikkat çekerek, "Burada Türk örf adet, gelenek ve ananelerini hedef alıyorlar ama hukuk karşısında bu hedef alma niyet okumadan öteye gidemiyor. Yeni sağ, bu korku ile Türkofobiyi pompalıyor. ‘Türkler gelirse her yer cami olacak, kadınlarınızın başı kapanacak, domuz yiyemeyeceksiniz, alkol içemeyeceksiniz’ gibi korku ifadeleriyle bu unsuru besliyorlar ve bu unsuru toplumsal harekete dönüştürmeyi planlıyorlar." ifadelerini kullandı.

Almanya İçişleri Bakanlığı tarafından son olarak 2022 yılında yayınlanan raporda aşırı sağ motivasyonlu işlenen suçlarda artış gözlendiğini, bunların da çoğunlukla Türkler ve Müslümanları hedef aldığına vurgu yapan Tauscher, "Alman İçişleri Bakanlığı araştırmasında, bir önceki yıla oranla yüzde 5’ten fazla ayrımcılık unsuru içeren suçlarda artış gözlenmiş, 23 bin 83 aşırı sağ kaynaklı suç kaydı tespit edilmiş. Bunların yaklaşık 20 bini çevrim içi platformlar üzerinden gerçekleştirilirken, 1800’den fazla fiziksel saldırı suçu rapor edilmiş." bilgisini verdi.

Bazı saldırıların hukuki kararlarla ırkçı saiklerle nefret suçu altında kayıt edilmediğini aktaran Tauscher, kategorileştirilemeyen saldırılar da eklendiğinde Türkler ve Müslümanların yılda 50 bin civarında saldırıya maruz kaldığını dile getirdi.

"Türkofobik görüşler şiddet ve terör eylemlerine dönüşüyor"

Avrupa'da yaşayan Türklerin hemen her gün psikolojik veya fiziksel olarak Türkofobik, İslamofobik şiddete maruz kaldığını belirten Tauscher, "Fiziksel saldırıların yanı sıra buradaki Türk nüfus her gün psikolojik şiddete maruz kalıyor. Kapıdan çıktığınız anda maruz kaldığınız bakışlar, markette alışveriş yaparken, Almancayı kullanırken ya da başörtülü, sakallıysanız size karşı davranışlar, hitap şekilleri tamamıyla değişiyor." dedi.

"Zenofobi" kavramının bir kolu olmasıyla birlikte Türkofobi kavramının diğer yabancı düşmanlıklarından farklı bir yerde olduğunu, psikolojik şiddetin yanı sıra fiziksel ve teröre varan eylemler ile hedefe konulduğunu aktaran Tauscher, şöyle devam etti:

"Avrupa adına bugün bu Türkofobi kavramını konuşmamızın sebebi, bunun yalnızca basit bir karşıtlık olmayışı, şiddete meyil eden bir kavram hale gelmesidir. Türklere ait dükkanların, evlerin hedef alınması, Kur'an-ı Kerim'in yakılması, peygamberlerin karikatürlerinin yapılıp aşağılanması pasif bir korkudan öteye geçip aktif, saldırgan bir tutum haline getirildi. Bir Avrupa kalesi inşa edilmeye çalışılıyor burada. Çok kültürlülük ile uyum ile iletişim ile çözülmeye çalışılması gereken Avrupa’nın icat ettiği bu korkuyu, yine Avrupa şiddet ile insan hakları ihlalleri ile çözmeye çalıştığı için bugün bu durumlar yaşanıyor."

Bugün çoğunlukla Almanya'da duyulan İslamofobi bağlantılı Türkofobik saldırıların aslında bütün Batı'nın problemi olduğunu söyleyen Tauscher, 80’lerde, 90’larda bireysel olarak görülen şiddet eylemlerinin artık organize ve terör eylemleri haline dönüştüğünü vurguladı.

"Üçüncü nesil diasporanın sorunları daha da büyüdü"

Tauscher, 1960'lı yıllardan sonra Avrupa'da yaşayan Türklerin nüfus olarak büyümesine karşılık sorunlarının ve ihtiyaçlarının da aynı oranda artıp değiştiğini anlatarak, Türk diasporasının Avrupa’da ekonomi, eğitim ve sosyal alanlarda ciddi problemler yaşadığını anlattı.

"Üçüncü nesil diasporanın sorunları daha da büyüdü. Çöpçü, dönerci olarak aşağılanmaktan ziyade, eğitimli bir hale gelmiş avukat olmuş, hakim, savcı olmak isteyen, mühendislik okuyup yönetici pozisyonlarına ilerlemek isteyen bu insanlar cam tavan denilen görünmez engellemelerle karşı karşıya kalıyor." diyen Tauscher, burada yaşayan Türklerin sorunlarına çözüm bulunması için çalışmaların yürütülmesi, öncelik olan adil bir eğitim ve kariyer planlaması ile Avrupa toplumunda önlerinin açılması gerektiğini aktardı.

Tauscher, Almanya özelinde Türklerin eğitim ve kariyer planlamasında geriye itildiğini, bunun da sebebinin Alman olarak görülmemeleri olduğunu belirterek, "Alman bir kimse, bir iş başvurusunda üçüncü nesil bir Türk ile karşılaşınca nereli olduğunu soruyor, Alman olduğunu söyleyince inanmıyorlar. Baban nereli, deden nereli gibi sorgulamalara maruz kalıyorlar." diye konuştu.

Türklerin karşılaştığı ayrımcılık ve ırkçılık nedeniyle Türkiye'ye dönmek veya üçüncü bir ülkeye göç etmek durumunda kaldığını dile getiren Tauscher, sözlerini şöyle tamamladı:

"Yurt dışına göç etmek fikri aslında platonik bir aşka benziyor. Oraya gittiğimizde platonik aşkımızla evlenmiş oluyoruz. Bu sefer onun da kusurlarını görmeye başlıyoruz. Özellikle nitelikli göçmen dediğimiz, yüksek mühendis, uzman doktorlar gündelik hayatlarında ayrımcılığa maruz kaldıklarını görüyorlar. ‘Deveye mi bindin, senin de mi iki karın var, İstanbul’da deniz mi var’ gibi ayrımcı ve esasında aşağılayıcı bir üslubu barındıran sorgulamalara maruz kalıyorlar. Onlar da ‘Ben aslında daha önceki göçmenler gibi değilim. Yabancı dili, eğitimi, entelektüel birikimi olan bir kişiyim, bana da mı ayrımcılık yapıyorsunuz?’ sorusunu kendi kendine sormaya başlıyor. Bu sorgulama hayal kırıklığına dönüşüyor ve geri dönme süreci burada başlıyor."

Kaynak: AA