Muhammed Musaddık İranlı üst seviye bir bürokratın oğludur. İsviçre Lozan Üniversitesinde hukuk doktorasını tamamladıktan sonra yurduna döner (1914) ve Fars vilayetine vali olur genç yaşta.

Bilahare Maliye ve Dış İşleri Bakanlığı yapar. İstişare Heyetine çağrılır hatta. Lakin fazla doğrucudur, kimseye diyet borcu olmadığı için rahat konuşur. Bu yüzden Rıza Şah’ın hışmına uğrar.
Bir süre siyasetten uzak dursa da oğul Şah Rıza Pehlevi zamanında tekrar sahneye çıkar. İngiliz şirketi BP (o zamanlar Anglo-Iranian Oil Company) ile uğraşmaya başlar. Ve bu ilkeli siyaset seçim kazandırır ona, başbakan olur bileğinin hakkıyla.
İngilizler petrolü yıllardır kendi malı gibi çıkarmakta, İran’a bahşiş vermektedirler âdeta. Abadan yeryüzünün en büyük rafinesi olmuştur ama memlekete hayrı olmaz.
Şah yağmanın farkında ise de kendisini taç taht sahibi yapan İngilizlere ses çıkaramaz.   

ARI KOVANINA ÇOMAK

Musaddık, sömürü ile mücadelede kararlıdır.  Nitekim teklifini verdiği kanun meclisten geçer (1951) ve tesisleri millîleştirirler. 
İran petrol ülkesidir ama ne işlemeyi becerebilirler ne de müşteri bulabilirler. Zemin neft kussa da paraya çeviremedikten sonra...
İşler pek umdukları gibi gitmez, pazarda oyuncu olamazlar. 
Ama bunlar aşılmayacak şeyler değildir, işi öğrenecektirler sonunda. Şilepleri tankerleri de olacaktır zamanla.
Musaddık hem İngilizlerin hem de Şah’ın canını sıkmaktadır. Ağustos 1953’te “Postal Harekâtı” ile düşürmeye çalışırlar. Lakin Musaddık yanlıları sokağa dökülür, Şah canını kurtarıp Roma’ya kaçar.
AJAX OPERASYONU

Oyun bitmemiştir henüz, ABD Dışişleri Bakanı Dulles, Ajax operasyonu için düğmeye basar. CIA Şefi Roosevelt, Mazendaran eyaletinde cezaevi isyanı başlatır, mahkûmlar dışarı çıkar, Musaddık aleyhine gösteri yaparlar. Ortalık karışır, askerler kaçaklarla birlikte, siyasetçileri de toplarlar ki, Başbakan da vardır aralarında.
Ne kadar basit değil mi! Git adamı evinden al, kapa!
ABD her zamanki gibi sessiz kalır. Ancak Başkan Barack Obama 4 Haziran 2009’da çirkin darbeyi itiraf edecektir. Yani 56 yıl sonra. 
Musaddık en kolay yoldan (ihanet-i vataniyyeden) suçlanıp deliğe tıkılır. Ölünceye kadar da (1967) sokak yüzü göremez bir daha.
Ortalık durulunca Şah Rıza İran’a döner. Fazlullah Zahidi’yi oturtur başbakanlık koltuğuna. Bunca gürültüden sonra tesislerin BP’ye iadesi mevzubahis değildir, yeni bir anlaşma yaparlar. 
Buna göre İran petrol gelirinin yarısını alacak diğer yarısında da aslan payı yine BP’nin olacaktır. Hollandalı Royal Dutch Shell ve Fransız CFP’de hortumlarını takarlar. Aralarında Aramco ve Gulf gibi ünlülerin de bulunduğu 5 ABD’li petrolcü % 8’er hisse ile çöreklenirler yağmaya…
Adamlar böyle kalkınır işte… Çayın taşıyla dağın kuşunu vura vura…

EN TEMİZ SUİKAST TARZI

Muhammed Ziya-ül Hak 1924 Pakistan Pencap doğumlu bir vatan evladıdır. 1945’te Dehra Dun Kraliyet Askerî Akademisini bitirerek orduya katılır. Yıllarca kışlalarda ter döktükten sonra Kuetta Komuta Karargâh Okuluna atanır. 
1972’de, Zülfikar Ali Butto’yu devirmeye kalkışan subaylar askerî mahkemede yargılanırlar. İşte o mahkemeye herkesin itimat ettiği bir başkan lazımdır ki, General Ziya’da mutabık kalınır. Gerçekten adil davranır ve bu itibar Genelkurmay Başkanlığının kapısını açar ona (1976).
Biz nasıl Demirel Ecevit çekişmesi ile vakit kaybettiysek Pakistanlılar da Butto ve muhaliflerinin didişmesinden bıkıp usanırlar.
 
1977 seçimlerinde iç savaşın eşiğine gelirler. Silahlar çekilince Ziya ül Hak yönetime el koyar. Sıkıyönetim komutanlığını da üstlenir ve sükûneti sağlar.

DEVLET BAŞTAN IRAK MI?

O günlerde Cumhurbaşkanı Fazal Elahi Çaudhri’nin istifası General Ziya’nın önünü açar. Devletin zirvesine talip olur ve oturur.
Derken Butto, “siyasi hasımlarını öldürtmeyi planlamaktan” tutuklanır. Lahor Yüksek Mahkemesince ölüm cezasına çarptırılır. Ziya ül Hak kararı tasdik eder. Ortalık karışır, olağanüstü hâl ilan edilir, partiler kapatılır, gösteri ve grevleri bir başka bahara bırakılır.
Yetmez gibi SSCB, Afganistan’a saldırmış, milyonlarca mülteci Pakistan’a sığınmıştır. Ziya ül Hak krizi iyi yönetir, Afganlılarla ilgilenmekle kalmaz, direnişçilere silah ve mühimmat da sağlar. 

NÜKLEER SİLAH HA!

Buraya kadar anlattıklarımız ABD’nin de işine yarar. Ancak Ziya ül Hak “Bırakın inananlar inandıkları gibi yaşasınlar” deyince köprüler atılır. Onlara göre Müslümanlar baskı altında tutulmalıdırlar.
Halk liderinin arkasındadır, yapılan referandumdan ezici bir ekseriyetle programa destek çıkar. Bu güvenoyu manasına gelir bir bakıma.  
Bu arada el altından nükleer çalışmaları başlatır, hem enerji elde edecek hem de atom bombası yapacaktırlar. Yaparlar da! İşte o günden sonra Amerika ile yaşanan soğukluk gün yüzüne çıkar. Ziya ül Hakk’ı darbe ile devirmek kolay değildir çünkü ordu içinde sevenleri vardır. Öyleyse?
Suikastın eli kulağındadır.
Nitekim 17 Ağustos 1988’de bindiği tayyare infilak eder havada.


KİMİN İŞİ?

- Ziya ül Hak da böyle bir şeyi bekliyor olmalıdır. Bu yüzden jet değil pervaneli uçağı tercih etmiştir. Malum C 130’lar çok emniyetlidirler, kolay düşmez, yola tarlaya inebilirler. Bununla da yetinmemiş her ihtimale karşı Amerikan Büyükelçisini de yanına almıştır. 


- O uçak kazasında (!) öldürülen ilk lider değildir, Orta Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı Barthelemey Boganda, Eski Irak Devlet Başkanı Abdu’s-Salam Arif, Mauritius Başbakanı Ahmet Busseyf, Ekvador Devlet Başkanı Jaime Roldos, Panama Devlet Başkanı Ömer Torrijos, Cezayir Dışişleri Bakanı Muhammed bin Yahya, Mozambik Devlet Başkanı Samora Machel, Zaire Dışişleri Bakanı Mpinga Kassenda, İran Ulaştırma Bakanı Rahman Dadman, Kolombiyalı Güvenlik Bakanı Jean Louis Londono, Afganistan Maden Bakanı Cuma Muhammed uçak kazalarıyla ortadan kaldırılırlar.
- Eşref Bitlis Paşa’yı da bu şekilde kaybederiz. Tam da ona ihtiyaç duyduğumuz bir anda. Ve yiğit insan Muhsin Yazıcıoğlu. Bütün bunlar tesadüf olabilir mi acaba? 
Editör: İsveç Gündemi